Paul Auster’ın 2010 yılında yayınlanan romanı Sunset Park en yalın ifadeyle bir eve dönüş hikâyesi. Roman boyunca Odysseus’a açık göndermeler yapılmakta, ayrıca tüm karakterlerin ve hatta koca bir ülkenin içinde bulunduğu arayış, eve dönüş temasına oldukça uymakta. Ama roman bu düzlem üzerinde kalmıyor, sayısız konuyu, metaforu ve göndermeyi küçük hacminin içinde topluyor.
Roman Miles Heller etrafında
kuruluyor. Miles 16 yaşındayken üvey ağabeyini sinirle yola itip bir arabanın
altında kalmasına sebep olmuştur. Bu olaydan sonra Miles’ın hayatı eskisi gibi
olmayacaktır. Vicdan azabından kurtulamaz ve kazadan birkaç yıl sonra kendini
cezalandırmak için (belki bir bakıma da ailesinden uzaklaşarak acılarını
hafifletmek için) okulunu, ailesini bırakıp yedi yıllık bir sürgün hayatına
başlar. Bu durum romanın çıkış noktası gibi görünse de yazar, daha sonra bu
garip kazaya hakkıyla eğilmez. Zaten Miles da yedi yılın sonunda Florida’da bir
kıza âşık olmuş, hayatının merkezine onu yerleştirmiştir. Yedi yıllık zaman
zarfına birkaç paragraflık açıklamalar dışında pek dönülmez.
Roman boyunca en çok karşımıza
çıkan tema ekonomik bunalımdır. Auster, romanlarında parasal hesapları,
kaygıları ve bazen yoksulluğu bize sıklıkla hissettiren bir yazardı ancak bu
romanda (sanırım küresel krizin de etkisiyle) ekonomik yozlaşma romanın hemen
her sayfasında karşımıza çıkıyor.
Miles, Florida’da bankaya olan
kredi borçlarını ödeyemeyen ev sahiplerinin ellerinden alınan evlerin
temizlenmesi işini yaparken karşımıza çıkıyor. Evi apar topar boşaltan aileler
geride birçok eşya bırakmışlardır. Yazar bu eşyaları tarif ederken görüyoruz ki
boş evler kâbusa dönmüş birer Amerikan Rüyasıdır. Miles da geride bırakılmış
eşyaların fotoğrafını çekmektedir. Aslında böylece Amerikan toplumunun son
yıllardaki hayal kırıklıklarını belgelemektedir. Bir bakıma Miles’ın Amerikan
rüyası da kâbusa dönmüştür. Saygın bir anne babaya sahip, iyi eğitim gören,
okulun beysbol takımında oynayan geleceği parlak bir gençken kısa süreli bir
öfkenin sonucunda
hayatı alt üst olmuştur. Artık o kırık bir insandır. Ve çıktığı yolculuğun amacı kendini onarmaktır.
hayatı alt üst olmuştur. Artık o kırık bir insandır. Ve çıktığı yolculuğun amacı kendini onarmaktır.
Romanın daha sonraki ayağında
Miles New York’a, doğup büyüdüğü şehre döner. Burada da batmakta olan, parası
tükenmiş insanlarla karşılaşırız. Miles’ın babası Moris Heller, bir yayınevi
sahibidir ancak işler kötüye gitmekte, eskisi gibi kitap satamamaktadır (ayrıca
burada Amerikalıların artık kitap okumadığına da vurgu yapılır).
Miles’ın New York Sunset Park’ta
kaldığı ev, üç kişi tarafından işgal edilmiş sahipsiz bir yerdir. İşgalciler
kira ödeyecek paraları olmadığı ve biraz da sistemi protesto etmek için belediye
tarafından fark edilip evden atılıncaya kadar bu eve yerleşmiş kişilerdir.
(Miles’ın Florida’da temizliğini yaptığı banka tarafından el konulmuş boş evler
geliyor aklımıza.)
Romandaki önemli bir olgu da bu
evdir. Yazar, Amerika’nın mülkiyet üstüne kurulu toplumsal yapısında oluşan
çatlakları bu kasvetli ev aracılığıyla bize göstermeye çalışır. Evin her bir ferdi
kırık kişiler listesinin sabık birer üyesidirler.
Bing, Miles’ın liseden arkadaşı
ve evde kaçak bir şekilde yaşama fikrinin sahibidir. Miles gibi o da bir anti
karakterdir. Sistemi her fırsatta eleştiren, spontan bir hayat süren, geçimini Kırık Eşyalar Hastanesi adlı dükkânda
eski eşyaları tamir ederek sağlayan, kaba saba bir adamdır. Dükkânın adı ve
yaptığı iş çok manidardır çünkü evde kalanlar da tamir edilmeyi bekleyen
bireylerdir.
Ellen ve Alice evin diğer
üyeleridirler. Alice, tezini bitirmeye çalışan bir doktora öğrencisidir.
Yeterli vakti olmadığı için geçinebilecek kadar para kazanamaz. Çocukken yazar
olmak istese de artık maddi imkânlar buna elvermemekte onu bir an önce
çalışmaya mecbur etmektedir. Ayrıca Alice’in tez konusu ikinci dünya savaşı
sonrası Amerikan toplumuyla ilgilidir. Bu dönemi de Hayatımızın En Güzel Yılları (The Best Years Our Lives) adlı sinema
filmiyle açıklamaya çalışır. Seçtiği film, romanın anlatmaya çalıştığı şeyler
açısından çok önemlidir. İkinci dünya savaşı sonrası askerden dönenlerin
topluma adapte olmakta zorlanması (hatta olamaması), Miles ve arkadaşlarının
durumuna benzer. Aslında onlar dedeler ve torunlardır. Torunlar şimdi başka bir
bunalımın içindedirler. Filme yapılan göndermeler kitap boyunca karşımıza
çıkmaya devam eder. Yazar bu yolla kuşaklar üzerinden de bir değerlendirme
yapma fırsatı bulmuştur.
Evin son üyesi Ellen’dır. Ellen,
ressam olmak isteyen ve deneysel resimler yapan ama asla istediği kadar güzel çizimlere
ulaşamayan, geçimini sağlamak için bir emlakçi de çalışan yalnız bir kadındır.
Bir adım uzakta bekleyen psikolojik bunalımına karşı tetikte beklemektedir.
Diğer karakterlere kıyasla yalnızlığıyla ön plana çıkar.
Bu üç karakterin de (Miles’ı da
sayarsak dört) ortak özellikleri, seksen kuşağına mensup olmaları, büyük
hayallerle yetişip hayatta umduklarını bulamamaları ve yaşama tutunma
çabalarıdır.
Miles’ın annesi Hollywood
filmlerinde oynayan ünlü bir kadındır. Eski şöhretini koruyabilmek için
televizyon dizilerinde de oynar. Son olarak bir tiyatro oyununda oynamak için
New York’a gelmiştir. Samuel Becket’ın Mutlu
Günler adlı oyununda oynayacaktır. Oyun, adındaki ironiden dolayı romana
çok uyar. Boynuna kadar toprağa gömülü bir kadının hikâyesi anlatılmaktadır.
Aklımıza hemen Hayatımızın En Güzel
Yılları gelir. O film de bir ironiyi anlatır.
Görüldüğü gibi birçok yöntemle
yazar bize her fırsatta Amerikan toplumunun yaşadığı yozlaşmayı anlatmıştır.
Bireylerin içine düştüğü yalnızlığı, var olma ve birey olma çabalarını birçok
göndermeyle anlatır. Fakat kitabın değindiği konular bununla bitmez. PEN (baskı
altındaki yazarların haklarını savunan uluslar arası bir örgüt)’e değinerek
edebiyat hakkında birçok göndermede bulunuyor. Salman Rüşdi, Liu Xiaobo gibi
baskı görmüş yazarlara değinir. Hatta bir ara Türk Ceza Kanununun 301.
maddesine kadar geliyor konu. (Paul Auster’le Orhan Pamuk’un yakın arkadaş
olduğunu ve Pamuk’un da bu maddeden yargılandığını düşünürsek Auster’in konuya
ilgisini daha iyi anlayabiliriz.)
* * *
Okuyucu, Auster romanlarında
alttan alttan bir yerlere bir şey dokundurulmasına alışıktır ama bu kitapta
kantarın topuzu biraz kaçmış gibi. Neredeyse onu tezli roman sınıfına
sokacağız. Fakat işin ustalığı kitabın örülme şeklinde. Çünkü bu kadar çok
konuyu öyle düzenli veriyor ki herhangi bir anlam kargaşası yaşanmıyor. Romanın
örülme biçimi Auster’ın diğer romanlarına kıyasla daha derli toplu. New York
Üçlemesinde düştüğüm karmaşaya burada yakalanmıyorum. Yazarın ustalığını bu
konuda açık bir şekilde görebiliyoruz ama yine de bu kadar küçük hacimli bir
pastaya böyle çok çeşitte malzeme konması lezzetin belirsiz bir hal almasına
sebep olmuş. Ve böyle çok konu olunca ana konu belirsizleşmiş ve romanın rotası
silikleşmiş. Üstelik her konu yarım bırakılmış gibi.
Yazarın usta işi kurgusuna rağmen
kitabın sonu pek bağlanamamış. Auster romanlarında, kitabın pat diye
sonlandırılması alışkın olduğumuz bir şey olsa da kitapta henüz hiçbir konu tam
nihayetiyle açıklanmamışken romanın birdenbire bitmesi, bu durumu daha göze
batar bir hele getirmiş. Sonu belirsiz bırakılması son dönem romanlarında
anlaşılabilir hatta gerekli bir durum olsa da bu kitapta eğreti durmuş. Son
bize ister istemez yeraltı edebiyatını anımsatıyor. (Kitabın birçok yönüyle bana Dövüş Kulübü’nü
anımsattığını söylemeden edemeyeceğim.)
Eğer okuduğunuz ilk Auster
kitabıysa ve Auster’in tarzını sevecek bir edebi anlayışınız varsa kitabı çok
beğenebilirsiniz. Ama sabık bir Auster okuyucuysanız kitabın vasat kaldığını
göreceksiniz. Auster, hâlâ güzel dünyalar kurabiliyor ama hayal gücü hâlâ çok
iyi çalıştığından değil, bu yetenek onda bir alışkanlık haline geldiğinden
yapabiliyor. Umarız bunu telafi edebilecek yeni eserleriyle bizi sevindirir.
Auster ile Pamuk arkadaşmışlar mı? (:p) Öğrendim.
YanıtlaSilÇok güzel bir yazı.
Auster hakkında hep iyi şeyler okuyorum,hadi hayırlısı :p
Kitabı yeni okuyup bitirdim, ilk Kış Günlüğü kitabını okumuştum yazarın, önce kendisini iyice tanımış oldum galiba:) Sunset Park kitabını da sürükleyici tarzıyla sevdim ama çok büyük bir edebi haz almadım...yakında New York Üçlemesini okumayı düşünüyorum...
YanıtlaSilDeğerli anlatımınız için teşekkürler...