8 Temmuz 2012 Pazar

Bir Eve Dönüş Hikâyesi: Sunset Park


Paul Auster’ın 2010 yılında yayınlanan romanı Sunset Park en yalın ifadeyle bir eve dönüş hikâyesi. Roman boyunca Odysseus’a açık göndermeler yapılmakta, ayrıca tüm karakterlerin ve hatta koca bir ülkenin içinde bulunduğu arayış, eve dönüş temasına oldukça uymakta. Ama roman bu düzlem üzerinde kalmıyor, sayısız konuyu, metaforu ve göndermeyi küçük hacminin içinde topluyor.
Roman Miles Heller etrafında kuruluyor. Miles 16 yaşındayken üvey ağabeyini sinirle yola itip bir arabanın altında kalmasına sebep olmuştur. Bu olaydan sonra Miles’ın hayatı eskisi gibi olmayacaktır. Vicdan azabından kurtulamaz ve kazadan birkaç yıl sonra kendini cezalandırmak için (belki bir bakıma da ailesinden uzaklaşarak acılarını hafifletmek için) okulunu, ailesini bırakıp yedi yıllık bir sürgün hayatına başlar. Bu durum romanın çıkış noktası gibi görünse de yazar, daha sonra bu garip kazaya hakkıyla eğilmez. Zaten Miles da yedi yılın sonunda Florida’da bir kıza âşık olmuş, hayatının merkezine onu yerleştirmiştir. Yedi yıllık zaman zarfına birkaç paragraflık açıklamalar dışında pek dönülmez.
Roman boyunca en çok karşımıza çıkan tema ekonomik bunalımdır. Auster, romanlarında parasal hesapları, kaygıları ve bazen yoksulluğu bize sıklıkla hissettiren bir yazardı ancak bu romanda (sanırım küresel krizin de etkisiyle) ekonomik yozlaşma romanın hemen her sayfasında karşımıza çıkıyor.
Miles, Florida’da bankaya olan kredi borçlarını ödeyemeyen ev sahiplerinin ellerinden alınan evlerin temizlenmesi işini yaparken karşımıza çıkıyor. Evi apar topar boşaltan aileler geride birçok eşya bırakmışlardır. Yazar bu eşyaları tarif ederken görüyoruz ki boş evler kâbusa dönmüş birer Amerikan Rüyasıdır. Miles da geride bırakılmış eşyaların fotoğrafını çekmektedir. Aslında böylece Amerikan toplumunun son yıllardaki hayal kırıklıklarını belgelemektedir. Bir bakıma Miles’ın Amerikan rüyası da kâbusa dönmüştür. Saygın bir anne babaya sahip, iyi eğitim gören, okulun beysbol takımında oynayan geleceği parlak bir gençken kısa süreli bir öfkenin sonucunda
hayatı alt üst olmuştur. Artık o kırık bir insandır. Ve çıktığı yolculuğun amacı kendini onarmaktır.
Romanın daha sonraki ayağında Miles New York’a, doğup büyüdüğü şehre döner. Burada da batmakta olan, parası tükenmiş insanlarla karşılaşırız. Miles’ın babası Moris Heller, bir yayınevi sahibidir ancak işler kötüye gitmekte, eskisi gibi kitap satamamaktadır (ayrıca burada Amerikalıların artık kitap okumadığına da vurgu yapılır).
Miles’ın New York Sunset Park’ta kaldığı ev, üç kişi tarafından işgal edilmiş sahipsiz bir yerdir. İşgalciler kira ödeyecek paraları olmadığı ve biraz da sistemi protesto etmek için belediye tarafından fark edilip evden atılıncaya kadar bu eve yerleşmiş kişilerdir. (Miles’ın Florida’da temizliğini yaptığı banka tarafından el konulmuş boş evler geliyor aklımıza.)
Romandaki önemli bir olgu da bu evdir. Yazar, Amerika’nın mülkiyet üstüne kurulu toplumsal yapısında oluşan çatlakları bu kasvetli ev aracılığıyla bize göstermeye çalışır. Evin her bir ferdi kırık kişiler listesinin sabık birer üyesidirler.
Bing, Miles’ın liseden arkadaşı ve evde kaçak bir şekilde yaşama fikrinin sahibidir. Miles gibi o da bir anti karakterdir. Sistemi her fırsatta eleştiren, spontan bir hayat süren, geçimini Kırık Eşyalar Hastanesi adlı dükkânda eski eşyaları tamir ederek sağlayan, kaba saba bir adamdır. Dükkânın adı ve yaptığı iş çok manidardır çünkü evde kalanlar da tamir edilmeyi bekleyen bireylerdir.
Ellen ve Alice evin diğer üyeleridirler. Alice, tezini bitirmeye çalışan bir doktora öğrencisidir. Yeterli vakti olmadığı için geçinebilecek kadar para kazanamaz. Çocukken yazar olmak istese de artık maddi imkânlar buna elvermemekte onu bir an önce çalışmaya mecbur etmektedir. Ayrıca Alice’in tez konusu ikinci dünya savaşı sonrası Amerikan toplumuyla ilgilidir. Bu dönemi de Hayatımızın En Güzel Yılları (The Best Years Our Lives) adlı sinema filmiyle açıklamaya çalışır. Seçtiği film, romanın anlatmaya çalıştığı şeyler açısından çok önemlidir. İkinci dünya savaşı sonrası askerden dönenlerin topluma adapte olmakta zorlanması (hatta olamaması), Miles ve arkadaşlarının durumuna benzer. Aslında onlar dedeler ve torunlardır. Torunlar şimdi başka bir bunalımın içindedirler. Filme yapılan göndermeler kitap boyunca karşımıza çıkmaya devam eder. Yazar bu yolla kuşaklar üzerinden de bir değerlendirme yapma fırsatı bulmuştur.
Evin son üyesi Ellen’dır. Ellen, ressam olmak isteyen ve deneysel resimler yapan ama asla istediği kadar güzel çizimlere ulaşamayan, geçimini sağlamak için bir emlakçi de çalışan yalnız bir kadındır. Bir adım uzakta bekleyen psikolojik bunalımına karşı tetikte beklemektedir. Diğer karakterlere kıyasla yalnızlığıyla ön plana çıkar.
Bu üç karakterin de (Miles’ı da sayarsak dört) ortak özellikleri, seksen kuşağına mensup olmaları, büyük hayallerle yetişip hayatta umduklarını bulamamaları ve yaşama tutunma çabalarıdır.
Miles’ın annesi Hollywood filmlerinde oynayan ünlü bir kadındır. Eski şöhretini koruyabilmek için televizyon dizilerinde de oynar. Son olarak bir tiyatro oyununda oynamak için New York’a gelmiştir. Samuel Becket’ın Mutlu Günler adlı oyununda oynayacaktır. Oyun, adındaki ironiden dolayı romana çok uyar. Boynuna kadar toprağa gömülü bir kadının hikâyesi anlatılmaktadır. Aklımıza hemen Hayatımızın En Güzel Yılları gelir. O film de bir ironiyi anlatır.
Görüldüğü gibi birçok yöntemle yazar bize her fırsatta Amerikan toplumunun yaşadığı yozlaşmayı anlatmıştır. Bireylerin içine düştüğü yalnızlığı, var olma ve birey olma çabalarını birçok göndermeyle anlatır. Fakat kitabın değindiği konular bununla bitmez. PEN (baskı altındaki yazarların haklarını savunan uluslar arası bir örgüt)’e değinerek edebiyat hakkında birçok göndermede bulunuyor. Salman Rüşdi, Liu Xiaobo gibi baskı görmüş yazarlara değinir. Hatta bir ara Türk Ceza Kanununun 301. maddesine kadar geliyor konu. (Paul Auster’le Orhan Pamuk’un yakın arkadaş olduğunu ve Pamuk’un da bu maddeden yargılandığını düşünürsek Auster’in konuya ilgisini daha iyi anlayabiliriz.)
* * *
Okuyucu, Auster romanlarında alttan alttan bir yerlere bir şey dokundurulmasına alışıktır ama bu kitapta kantarın topuzu biraz kaçmış gibi. Neredeyse onu tezli roman sınıfına sokacağız. Fakat işin ustalığı kitabın örülme şeklinde. Çünkü bu kadar çok konuyu öyle düzenli veriyor ki herhangi bir anlam kargaşası yaşanmıyor. Romanın örülme biçimi Auster’ın diğer romanlarına kıyasla daha derli toplu. New York Üçlemesinde düştüğüm karmaşaya burada yakalanmıyorum. Yazarın ustalığını bu konuda açık bir şekilde görebiliyoruz ama yine de bu kadar küçük hacimli bir pastaya böyle çok çeşitte malzeme konması lezzetin belirsiz bir hal almasına sebep olmuş. Ve böyle çok konu olunca ana konu belirsizleşmiş ve romanın rotası silikleşmiş. Üstelik her konu yarım bırakılmış gibi.
Yazarın usta işi kurgusuna rağmen kitabın sonu pek bağlanamamış. Auster romanlarında, kitabın pat diye sonlandırılması alışkın olduğumuz bir şey olsa da kitapta henüz hiçbir konu tam nihayetiyle açıklanmamışken romanın birdenbire bitmesi, bu durumu daha göze batar bir hele getirmiş. Sonu belirsiz bırakılması son dönem romanlarında anlaşılabilir hatta gerekli bir durum olsa da bu kitapta eğreti durmuş. Son bize ister istemez yeraltı edebiyatını anımsatıyor.  (Kitabın birçok yönüyle bana Dövüş Kulübü’nü anımsattığını söylemeden edemeyeceğim.)
Eğer okuduğunuz ilk Auster kitabıysa ve Auster’in tarzını sevecek bir edebi anlayışınız varsa kitabı çok beğenebilirsiniz. Ama sabık bir Auster okuyucuysanız kitabın vasat kaldığını göreceksiniz. Auster, hâlâ güzel dünyalar kurabiliyor ama hayal gücü hâlâ çok iyi çalıştığından değil, bu yetenek onda bir alışkanlık haline geldiğinden yapabiliyor. Umarız bunu telafi edebilecek yeni eserleriyle bizi sevindirir.

2 yorum:

  1. Auster ile Pamuk arkadaşmışlar mı? (:p) Öğrendim.

    Çok güzel bir yazı.

    Auster hakkında hep iyi şeyler okuyorum,hadi hayırlısı :p

    YanıtlaSil
  2. Kitabı yeni okuyup bitirdim, ilk Kış Günlüğü kitabını okumuştum yazarın, önce kendisini iyice tanımış oldum galiba:) Sunset Park kitabını da sürükleyici tarzıyla sevdim ama çok büyük bir edebi haz almadım...yakında New York Üçlemesini okumayı düşünüyorum...
    Değerli anlatımınız için teşekkürler...

    YanıtlaSil