21 Temmuz 2012 Cumartesi

Sessizliğin Çığlığı


Biri ıslık çalıyor gecenin rahminden. Sanırım gece birazdan bir gürültü doğuracak.
Hep merak etmişimdir zaten bu gece seslerini kim çıkarıyor diye. Çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı geçirdiğim ıssız evde, sessizlik bir başka derin olurdu. Her şey susar der bazıları böyle durumları anlatmak için ama ben her şeyin susabileceği bir mekân olduğunu hiç zannetmiyorum. Misal bizim evde elektrik yükseltici hiç susmaz. Elektrik akımında dalgalanmalar oldukça karın gurultusuna benzer kısa sesler çıkarır. Düzensiz aralıklarla evin öbür ucundan benimle konuşur.
Sonra bir de yeni kapatılmış televizyonun birkaç saat boyunca çıkardığı sesler vardır. Bir çeşit tıkırtıdır bu. Çocukken bazen tam uykuya dalacakken bu sesi duyar irkilirdim. Sonradan öğrendim ki plastik kaplama olan tüplü her televizyon uzun süre çalıştıktan sonra böyle sesler çıkarırmış. Tabii artık tüplü televizyonların modası bittiğinden bu evde onlar konuşmuyor.
Bu sesler olmadığı zamanlarda da bir köpek havlaması, otuz bin fitte seyreden bir uçağın boğuk sesi, bir trenin kesik kesik öten düdüğü ya da çok uzaklardan geçen bir kamyonun gürültüsü bana hala bir şehirde, bir evin içinde olduğumu hatırlatırdı. Bazende annemle babamın konuşmalarını fısıltı halinde duyardım. Sohbetlerini işitmek ama anlayamamak beni huzursuz ederdi. Çünkü babamın yine benden sitem ettiğini düşünürdüm. Ama bazı çok ıssız gecelerde o huzursuz fısıltıları bile arardı kulaklarım.
İşte o “çok ıssız” gecelerden biriydi.
Çok sessiz zamanlarda duyduğum bir uğultu hâkim olmuştu beynime. Çocukken o uğultuyu beynimin sesi zannederdim. Hafif bir sesle çalışan bilgisayar hard diskini ilk gördüğümde de beynimizden böyle bir ses gelmesinin gayet normal olduğunu düşünmüştüm. Ama artık biliyorum, o uğultu sessizliğin çığlığı. Karanlığa gömülüp gözlerimi kapattığım, tüm hislerle beynimin irtibatını kopardığım bir gün bu sesi duymayacak olsam sanırım varlığıma dair anlık hiçbir kanıtım kalmaz elimde ve kara bir yokluğun içine düşerim. Sessizliğin çığlığı var olduğumu hissetmenin son kalesi aslında. (Düşünüyor olmak da varlığın bir ispatı ama yalnızca bir düşünce olarak var olmak da ürkütücü bir durum.)
Gözlerimi kapatmış bu sesi dinliyordum. Hiç ışık yoktu. Uyuyamıyordum. Uyumaya çalışmaktan başka bir iş de gelmiyordu elimden. Bu askıda kalmışlık sürüp giderken beynimdeki hafif uğultuyu yırtan bir haykırış duydum. Kısa, net ve yüksek bir gürültüydü. Sanki beynimde bir silah patlamıştı. Ama bu mümkün değildi çünkü evimiz o zamanlar tenha bir yerdeydi gecenin o saatinde yakınlarda pek kimse olmazdı ve üç katlı binada da bir tek bizim daire doluydu. Ve o ses öyle dışarıdan bir yerden değil yanı başımdan gelmiş gibiydi ve aynı zamanda çok uzaklardan da gelmiş olabilirdi. En azından o sırada ben kendimi bunlara inandırmıştım.
Uzun bir süre soluksuzca bekledim. Korkmuştum da. Uzunca bir süre sonra, beynimin rutin uğultusu yeniden başladığında sesin kaynağının doğaüstü bir varlık olabileceğini düşünmeye başlamıştım. Aslında türlü açıklamalar getirebilirdim ama sanırım o sıralar biraz romantiktim.
Sanki o ses içime işlemişti. Beynimin bir yerinde bir banda kayıtlıymış gibi kafamda yeniden ve yeniden canlandırıyordum. Sabah hava ışıyıncaya kadar ikinci bir haykırış bekledim ama sessizliğin çığlığından başka bir şey yoktu. Sonra uyuya kalmışım. Sabah uyandığımda (her zaman olduğu gibi) geceye kıyasla duyarsızlaşmış, uykumu harap ettiğim için kendime kızmıştım. Yıllardır ne zaman gecenin sessizliğini dinlemeye başlasam acaba o haykırışı bir daha duyar mıyım diye merak ederim.
Tam şimdi yükselticiden bir ses geldi. Sanırım uyumam için beni uyarıyor. Zaten ramazan davulcusu da bu tarafa yaklaşıyor. Şahsen yakınlarda davul çalarken sessizlik hakkında bir yazıyı devam ettiremem.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder